I. Giriş
Geçmişten günümüze farklı ticari yapılanma biçimleri ortaya çıkmıştır. İlk ticari yapılanmalardan biri ise adi ortaklıklardır. Ortak bir hedefle bir araya gelen gerçek kişiler birlikte bir adi ortaklık oluşturabilir. Ancak, zamanla uygulamada adi ortaklıklara ilişkin bazı sorunlar ve pratik olmayan sonuçlar ortaya çıkmıştır. Şöyle ki, adi ortaklığın ayrı bir tüzel kişiliği olmadığından adi ortaklıkla işlem yapan kişiler aslında adi ortaklıkla değil, ortaklığın oluşturan her bir ortakla işlem yaparlar. Bu nedenle, ortakların borçlarını ödememeleri veya yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde üçüncü kişiler bakımından ortakların sorumluluğu söz konusu olacaktır (burada ortaklığın değil, ortakların borç ve yükümlülüklerinden söz edilmektedir) Nitekim, adi ortaklıkların bu özelliği ticari faaliyetleri genişletmeyi ve geliştirmeyi zorlaştırıcı niteliktedir ve bunun dışında başkaca çeşitli olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.
Bu kötüye kullanıma elverişli sonucun tezahürü olarak sermaye şirketleri ortaya çıkmış ve adi ortaklıklardan kaynaklanan sorunlara böylece çözüm sunulmaya çalışılmıştır. Sermaye şirketlerinin oluşturulması ile birlikte, şirketin hissedarları için farklı avantajlar içeren sınırlı sorumluluk ilkesi de ortaya çıkmıştır. Ancak her zaman olduğu gibi, koruma sağlayan kurallar ve haklar bazı durumlarda kötüye kullanılabilmektedir. Uygulamada, sınırlı sorumluluk ilkesinin ortaklara sağladığı hukuki korunma üçüncü kişilere zarar vermek veya hukuk kurallarının etrafından dolanmak için kötüye kullanıldığı görülmektedir. Bu yazıda değinilecek olan husus, sınırlı sorumluluk ilkesinin nasıl kötüye kullanılabileceği, hangi koşullarda kötüye kullanıldığı ve hâkimin bu tür bir suistimalle karşı karşıya kaldığında nasıl davranacağıdır. İşbu yazıda daha çok anonim şirketlerden bahsedilecektir.
II. Sınırlı Sorumluluk İlkesine İlişkin Kısa Tanım
Sınırlı sorumluluk ilkesinin nasıl kötüye kullanılabileceği ortaya konulmadan önce, bu ilkenin arkasındaki fikri anlamak önem teşkil etmektedir. Peki, sınırlı sorumluluk ne anlama gelmektedir?
Bir sermaye şirketinin kurulmasından sonra ayrı bir kişilik ortaya çıkmaktadır: bağımsız bir tüzel kişi olarak şirket. Şirket artık onu oluşturan üyelerinden bağımsızdır ve kendi hak ve yükümlülüklerine sahip olabilmektedir. Bu durumda, adi ortaklıklardan farklı olarak, sermaye şirketleri ayrı bir kişiliğe sahip olduğundan üçüncü kişiler şirketin hissedarlarıyla değil, şirketin kendisi ile işlem yapmaktadırlar. Bu da bizi, sermaye şirketinin kendi borç ve yükümlülükleri bakımından sorumlu olan tek kişi olduğu sonucuna götürmektedir. Metaforik olarak, şirketin kişiliğinin şirket ile hissedarlar arasına bir perde çektiğini söyleyebiliriz, böylece üçüncü kişilerin karşısında sorumlu tutulabilmek için yalnızca şirketin kendisi yer almaktadır. Bu perde, hissedarların kişisel malvarlığını korumaktadır ve üçüncü kişilerin şirketin borçları nedeniyle hissedarları sorumlu tutmasını engellemektedir. Hissedarlar yalnızca şirkete sermaye paylarının karşılığı olan miktarı ödemekle sorumludurlar. Bunun sonucu olarak da şirketin sabit bir varlığı bulunur ve buna zamanla başkaca varlıklar eklenir. Üçüncü kişiler ise yalnızca şirketin malvarlığında bulunan bu varlıklarla sınırlı olarak şirketi sorumlu tutabilmektedirler. Şirketin bu varlıklarından geriye bir şey kalmadığı durumunda bile üçüncü kişiler hissedarları sorumlu tutamayacaklardır. Görüldüğü üzere, bu ilke hissedarların tüm malvarlıklarını riske atmadan yatırımlarını çeşitlendirebilmelerini mümkün kılmaktadır, böylece insanlar kişisel olarak borca batık duruma düşmeyeceklerinin verdiği güvenle yatırım yapabileceklerdir. Bu durum şüphesiz ki giriş ve çıkışın serbest olduğu, işleyen ve gelişmiş ülkelere has bir ekonomik modele sahip olunmasına sebep olacaktır. Fakat hissedarlara verilen bu hakkın kötüye kullanıma da oldukça açık olması sebebiyle doktrinde ve uygulamada tüzel kişiliğin kaldırılması teorisi oluşturulmuştur.
III. Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması İlkesi
Kural ortaya konduğuna göre, bu kurala ilişkin istisnadan da bahsetmek gerekmektedir. Buradaki istisnaya "Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması" denmektedir; bu, belirli koşullar altında mahkemenin, tüzel kişilik perdesinin "kaldırılmasına" karar vererek şirketin ayrı kişiliğini göz ardı edebileceği anlamına gelmektedir. Kaldırılan perde nedeniyle, alacaklılar artık şirketin yanında hissedarları da muhatap olarak görebilmektedirler. Bu halde, şirket üyeleri sınırlı sorumluluk ilkesinin korumasından yararlanamamaktadırlar. Bu şekilde hissedarları istisnai olarak şirketin borç ve yükümlülüklerinden kişisel olarak sorumlu tutmak mümkün hale gelmektedir.
Ancak, bu durumun bir istisna olduğunu ve ancak sıkı koşullar altında gerçekleşebileceğini unutmamak gerekir. Sınırlı sorumluluk ilkesi kanunun hissedarlara sağladığı ve kişisel malvarlıklarını şirketin alacaklılarından korumalarını sağlayan bir güvencedir ve kesinlikle muhafaza edilmelidir. Sadece somut olayın koşullarına göre gereklilik arz ediyorsa ve belirlenen kriterler kesinlikle karşılanıyorsa tüzel kişilik perdesini kaldırmak mümkün olacaktır.
Bu istisnanın söz konusu olabilmesi için yerine getirilmesi gereken çeşitli kriterler vardır. Ancak, her bir durumda uygulanabilir olan sabit ve kesin kriterlerin varlığından bahsedilemez. Her hukuk sisteminin kendine özgü ve farklı kriterleri olduğunu, bazı hakimlerin ise kendi kriterlerini belirlediğini gözlemlemek mümkündür. Bunun nedeni ise "tüzel kişilik perdesinin kaldırılması" kurumunun yalnızca içtihatlarda karşımıza çıkıyor olması ve bu şekilde de hakimler arasında farklı farklı kriterlere dayanmaları sebebiyle görüş farklılıklarının olmasıdır.
Bu istisnanın gerekliliği, tüzel kişilik perdesinin hissedarlar tarafından suç işleme amacı, dolandırıcılık veya diğer sair uygunsuz davranışlar için suistimal edilmeye başlandığında kendini göstermiştir. Bu gibi durumlarda, hissedarların şirketin perdesinin arkasına saklanmasına izin vermek alacaklılar nezdinde adalet duygusunu zedelemektedir. Ancak, böyle bir davranış belirlendikten sonra, perdenin kaldırılmasına karar vermek için davaya ilişkin her bir ayrıntının hâkim tarafından araştırılması gerekmektedir. Uygunsuz bir davranışın belirlenmesi burada yeterli değildir, hâkimin her kriterin karşılanıp karşılanmadığını değerlendirmesi gerekliliği yanında bu kriterlerin yüksek standartlarına uyması da önemlidir, bu şekilde de tüzel kişilik perdesinin kaldırılması kurumunun bir istisna olarak kalması sağlanmalıdır. Sınırlı sorumluluk ilkesinin istisnası ortaya konduğuna göre buna ek olarak tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasının hangi koşullar altında mümkün olduğunu anlamak da önemlidir.
IV. Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Koşulları
Türk hukukunda, Medeni Kanun’un 2. maddesinin, tüzel kişilik perdesinin kaldırılması koşullarının belirlenmesinde önemli bir rolü bulunmaktadır. Pay sahiplerinin kötü niyetle hareket ettiği durumlarda tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasının mümkün olabileceğini söylemek mümkündür. Kanun, hakkın kötüye kullanılmasını korumaz.
Ancak bu düzenleme, tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasının mümkün olabileceği koşulları anlamak için yeterli değildir. Bu nedenle, içtihatlar ile doktrin yardımıyla bu konuyu somutlaştırmak gerekmektedir.
Perdeyi kaldırmanın en önemli nedenlerinden biri dolandırıcılık faaliyetidir; bu, örneğin alacaklıları dolandırmak amacıyla şirket varlıklarının bir hissedara devredilmesi durumunda söz konusu olabilmektedir. Bazı durumlarda ise şirketin varlıkları yine aynı amaçla başka bir şirkete devredilmektedir. Hissedarlar, şirketin varlıklarını alacaklılardan "kurtarmak" amacıyla varlıkları ilgili borçtan fiilen sorumlu olmayan başka bir tüzel veya gerçek kişiye devretmeye çalışırlar. Hâkimin bu hileli davranışı tespit etmesi durumunda ise hissedarların şahsen sorumlu olması mümkün olacaktır. Buna bir örnek, bir İngiliz Mahkemesinin ilk kez şirket perdesini kaldırmaya karar verdiği Jones - Lipman davasıdır (İngiltere, 1962). Burada, şirketin malvarlığının bir kısmı, alacaklıdan “kaçırılmak” amacıyla başka bir şirkete devredilmiştir. Mahkeme, varlığı devralan şirketin ekonomik bir amaç için kurulmadığını, sadece varlığı devralmak amacıyla kurulduğunu tespit etmiştir. Hissedarlara koruma sağlayan şirketin tüzel kişiliği burada kötüye kullanılmıştır ve bu durum tüzel kişilik perdesinin kaldırılması kararının verilmesine yol açmıştır.
Perdenin kaldırılması gerekliliği, şirkete bir çoğunluk hissedarı veya bir ana şirket hâkim olduğunda da ortaya çıkabilmektedir. Çoğunluk hissedarın veya ana şirketin hâkim konumlarını kötüye kullandığı bir durumda (alacaklıları engellemek amacıyla kötü niyetle hareket etmeleri), şirketin borçlarından kişisel olarak sorumlu tutulmaları mümkün olacaktır.
Sermayeye yapılan ödemeler bakımından da perdenin kaldırılması durumu gündeme gelebilmektedir. Bir şirket, sermaye paylarının tamamı ödenmeden üçüncü kişilerle işlem yaptığında, bu ana sözleşmede de belirtilen ve karşı tarafa vaat edilen tutarın gerçekte ödenen tutara eşdeğer olmadığı anlamına gelmektedir. Bu da vaat edilen bu miktara güvenen alacaklıların hissedarlar tarafından aldatıldığı sonucunu doğurmaktadır. Bu halde, şirketin alacaklılara olan borçlarını ödeyememesi durumunda hissedarları sorumlu tutumak mümkün olacaktır.
Perdeyi kaldırmanın bir başka nedeni, şirketin ve hissedarların ayrı kimlikleri korunmadığında ortaya çıkar. Bu durumda, şirketin varlıkları ile hissedarların varlıkları arasında ayrım yapmak mümkün görünmemektedir. Bu gibi bir durum, örneğin bazı kurumsal formalitelerin yerine getirilmemesi veya pay sahiplerinin varlıklarının şirket tarafından kendi varlıkları gibi kullanılması hallerinde ortaya çıkabilmektedir. Bu, üçüncü kişiler için şirketin bu varlıkların sahibi olduğu inancını yaratabilmektedir. Bu halde, bu şirket ile işlem yapan üçüncü kişilerin güveni korunacak ve tüzel kişilik perdesi kaldırılarak pay sahiplerini kişisel olarak sorumlu tutmak hâkimin kararıyla mümkün olacaktır.
Yukarıda sayılanlar Türkiye, ABD veya Gürcistan gibi birçok ülkede görülen ve tüzel kişilik perdesinin kaldırılması bakımından en sık karşılaşılan sebeplerdir. Bunlara ek olarak çeşitli ülkelerdeki farklı hakimler tarafından oluşturulan bazı yaklaşımlardan veya testlerden de bahsetmek faydalı olacaktır. Bunlardan biri, 1993 yılında Ohio Yüksek Mahkemesi tarafından ortaya konulan, üç unsurdan oluşan Belvedere testidir. Bu test uyarınca şirket perdesinin kaldırılabilmesi için bu üç unsurun oluşması gerekir. İlk unsur “alter-ego” olarak adlandırılmıştır ve hissedarların şirket üzerinde neredeyse tamamen kontrol sahibi olması ve böylece hissedarlar ile şirketin kişiliği arasında ayrım yapmanın mümkün olmaması anlamına gelmektedir. İkinci unsur, hissedarların şirket üzerinde böyle bir kontrol uygulayarak alacaklılara karşı dolandırıcılık veya başkaca uygunsuz faaliyetlerde bulunma amacına sahip olmalarıdır. Son unsur, hissedarların hileli davranışları sonucunda alacaklının bir zarara uğramış olması gerekliliğidir. Bunlar, perdeyi kaldırmaya karar vermeden önce hâkimin tespit etmesi gereken üç unsurdur. Görüldüğü üzere, hâkimin ortaya koyduğu bu üç unsur nedeniyle perdeyi kaldırmak kolay değildir ve ancak istisnai durumlarda söz konusu olabilecektir.
Laya - Erin Homes davasında ise, yargıç McHugh (Batı Virginia) da davayı çözmesine yardımcı olan bir kriter listesi belirlemiştir. Bu listede şirket varlıklarının ve hissedarların varlıklarının birbirinden ayrıştırılmasının mümkün olmaması halinden bahsedilmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde mahkemeden sıkça şirket perdesinin kaldırılması talep edilmektedir. Mahkemeler, şirketin tüzel kişiliğinin sağladığı korumanın hissedarlar tarafından kötüye kullanılıp kullanılmadığına ilişkin araştırma yaparlar (diğer farklı kriterlerle birlikte).
Bu sayılanlara başka örnekler de eklenebilir, ancak unutulmaması gereken asıl önemli nokta, hemen hemen her durumda hâkimin hileli bir davranış ve hakkın hissedarlar tarafından kötüye kullanılması unsurlarını arıyor olmasıdır. Hatırlanması gereken en önemli referans noktası bu olmalıdır.
V. Sonuç
Yukarıda sayılanlar, bahsedilmesi önemli görünen bazı örneklerdir. Farklı ülkelerin doktrininde farklı yargıçların ve hukukçuların farklılaşan görüşleri ve yaklaşımları da vardır. Fakat yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığı üzere, dolandırıcılık veya benzeri davranışlar tüzel kişilik perdesinin kaldırılması gerekliliğini belirlemek bakımından her zaman belirleyici olan unsurlardır. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması kurumu, kötü niyetle hareket eden ve şirketin perdesinin arkasına saklanarak kişisel sorumluluktan kaçmaya çalışan hissedarları engellemek için ortaya çıkan bir istisnadır. Hissedarların kişisel sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için kötü niyetle hareket ediyor olmaları her durumda kesinlikle aranması gereken bir şarttır. Alacaklılara verilen taahhütlerin yerine getirilebilmesi ve borçların ödenebilmesini engellemeyen hissedarlar, kısaca iyi niyetle hareket eden hissedarlar kişisel olarak sorumlu olmayacaktır. Bu kurumu, her durumda uygulanamayacak bir istisna olarak anlamak önemlidir. Oluşması gereken sıkı şartlar yanında, mahkemenin de davaya ilişkin tüm detayları incelemesi ve tüzel kişilik perdesinin kaldırılması için tüm koşulların mevcut olup olmadığına karar vermesi gerekir.
Sonuç olarak, sınırlı sorumluluk ilkesinin, hissedarların hileli eylemlerini ve alacaklılara karşı kötü niyetli davranışlarını engelleme zorunluluğundan kaynaklı olarak ortaya çıkan bir istisnası olduğunu söyleyebilir ve bu nedenle de sıklıkla başvurulabilecek bir hukuki yol olmadığı hususunun altını çizeriz.
Stj. Av. Sümeyye Budak
GSU Hukuk Ofisi
GSU Hukuk Bürosu Blog sayfasında yer alan hukuk ve diğer konulardaki yazılara https://www.gsu-law.com web sitesinden ulaşabilirsiniz.
#
Kaynakça:
• Howard Sher, Piercing the corporate veil, Hein Online
• Larry S. Bryant, Piercing the corporate veil, Hein Online
• Bruce W. McClain, Piercing the corporate veil, Hein Online
• Mehmet Mülazimoglu, Anonim Sirketler Hukukunda Sermayenin Korunmasi Ilkesi, S.280-284, Lexpera
• Sezi Demircark, Pay Sahiplerinin Sorumsuzlugu Prensibinin Istisnasi Olarak Tüzel Kisilik Perdesinin Kaldirilmasi
• Rekha Panchal, Piercing the Corporate Veil, Hein Online
Comments